Karadeniz Yol Anıları

   Uzun zamandır aklımda olan Doğu Karadeniz'i keşif etme planımı 2019 yılı geldiğinde ancak tamamlayabildim.Haziran ayının sonlarına doğru 2 erkek yola çıktık.Tüm ulaşımı otostop ile yapacağız.Rotamızda ki ziyaret edeceğimiz yerler; Giresun, Trabzon,Rize ve Artvin.

   Kayseri başlangıç noktası,tramvayı kullanarak Beyazşehir bölgesinde iniyor ve Sivas yoluna çıkarak otostop çekmeye başlıyoruz.Bir süre sonra ilk arabamız duruyor ve bizi alıyor.Hemen ardından başlıyor anadolu insanının o sıcacık sohbeti.Sırf bu sohbetleri ve yeni insan tanımanın güzelliği bile insanı yollara çıkartmaya yetiyor.Hele birde sizi arabasına alan insan ile aynı kafada olursanız o zaman değmeyin keyfime.Bu şekilde ufak ufak Giresun'a kadar gitmeye çalışıyoruz.Bazen öne ben geçiyorum bazen arkadaşım.Ara sıra o otostop çekiyor ara sıra da ben.Çünkü tek bir kişinin sohbet etmesi ve sadece onun otostop çekmesi yoruyor.Değişim şart çünkü faaliyet içerisinde bitkin düşebilirsin.Sabah saatlerinde çıktığımız bu yola öğle vaktinde kendimizi Sivas'ta buluyoruz.Sivas'a geldiğimizde çantamızda ki yiyeceklerden yiyerek yola devam ediyoruz.Arkadaşımın aklına yolumuzun üzerinde bulunan Kümbet Yaylası'na gitme fikri geliyor.Giresun'a uzaklığı 57 km.Rotada olmadığı için önce pek ilgimi çekmese de sonradan kabul ediyorum.Bir araçtan inip diğerine binerek kısır döngü gibi devam eden sürecin sonunda akşam havanın kararmasına yakın Şebinkarahisar - Giresun yolunda iniyoruz.Öyle bir yerde indik ki etrafımdaki ormanlara girmeye kalksan adım atacak yer yok o derece sık ve dik yamaç.Araç desen çok nadir geliyor.Umarım hava kararmadan gideriz diye düşünürken.Bir araba geliyor ve camı açarak;

Şoför : ''Necisiniz uşaklar''
Biz : ''Geziyoruz Kümbet Yaylasına gitmeye çalışıyoruz''
Şoför : ''Ne var o çantalarınız içinde''
Biz : ''Kamp malzemeleri ve yiyecekler''
Şoför : ''Bomba yoksa binin''

  Böyle dediği için ansızın gülmeye başladık.Biz gülünce oda gülmeye başladı ve arabasına aldı.Araçta sohbet ederken ''bu bölgelerde kaçak teröristler var herkes onları arıyor sizi gece görsem vururdum dikkat edin'' diyerek bizi kümbet yaylasına bırakıyor.Yaylaya indiğimizde sis bulutunun içerisine giriyoruz görüş açısı iki metre ve kısıtlı yerleri görebiliyorsun.Her taraf bembeyaz sanki bulutların üzerinde gibiyiz.İnsan o an gerçekten Karadeniz de olduğunu hissediyor.Etrafımızda ki dükkanların çoğu ekmek ve peynir satıyor.Öğreniyoruz ki yaylada çok meşhurmuş peynir ve ekmek.Bir kaç tane ekmek birazda peynir alarak çadır için uygun bir yer arıyoruz.Bölgeye hakim bir tepe bulduktan sonra çadırı kurmaya başlıyoruz.Çadırın içerisine geçerek yiyecekleri yiyor ve sohbet ediyoruz.Dışarıdan sesler gelmeye başlıyor ve çıkıp baktığımda mandaların bizi meraklı gözlerle izlediğini görüyorum.Pek aldırış etmeden geri çadıra giriyorum.Yol yorgunluğunu hissedip gözlerin kapanmaya başladığında uyku tulumlarını çıkartıp yatıyoruz.Sabah yine mandaların geviş getirme sesleri ile uyanıyoruz.Çadırın fermuarını açtığımda gece göremediğimiz yaylanın manzarası bizi kendisine hayran bırakıyor.Hatta yaylada yaşayan mantarcı bir abimiz yanımıza gelerek ''baharda bu dağlar sapsarı çiçek açıyor siz birde o zaman görün'' diyerek bize tavsiyelerde bulunuyor. Dün gece ne uyumuşum ama ya.Sadece yattığımı birde kalktığımı hatırlıyorum.Kamp malzemelerini toplayarak çantamıza yerleştiriyor fotoğraf ve video faslından sonra Giresun merkeze gitmek için tekrar yola çıkıyoruz.

Kümbet Yaylası
  Bu sefer dün ki yolu değilde yayladan merkeze giden diğer yolu kullanıyoruz.Fakat yayladan çıkmamız 2 saati alıyor çünkü tamamen yokuş aşağı.Otostop için en kötü yollardan birisi, araçlar yokuş aşağı durmak istemiyor.Karadeniz de otostopun zor olacağını o an hissediyoruz.Giresun merkeze inmemiz resmen öğlen saatlerinde oluyor.Giresun'a geldiğimizde ilk durağımız kale oluyor.Kaleye çıkış uzun bir merdiven ile sağlanıyor.Çantalar biraz efor kaybettirse de yine de çıkıyoruz ve Giresun ayaklarımızın altında kale surlarına oturarak gezeceğimiz yerleri tepeden bakarak belirledikten sonra, merdivenlerden şehir merkezinde ki tarihi evlere doğru iniyoruz.Çok güzel restorasyonları yapılmış ve yapılmaya devam eden evlerde mevcut.Taş ve ahşabın birbirine uyumu her zaman ilgimi çekmiştir.Tarihi mahalleyi gezenler aynı zamanda evlerin tarihi yolculukları hakkında da bilgi sahibi olacaklardır.Çünkü evlerin dış kapılarına metal bir kitabe yerleştirilerek evlerin kimliklendirilmesi sağlanmış.Hangi tarihte kim tarafından yapıldığı, varisler yoluyla kimlere intikal ettiği, kimlere satıldığı ve bugün kimlerin yaşadığını size gösteriyor.Evlerin hemen altında denize yakın olan Gogora kilisesine geçiyoruz.18. yy. Ortodoks kilisesi olarak yapılmış bina ara ara boş kalmış.Belli dönem cezaevi olarak kullanılmış.Küçük olduğu için zamanla gereken ihtiyacı karşılayamamış ve şehirden uzaklaştırma kararı alınarak yeni bir cezaevi yapılmış.Kilise restore edilmiş ve günümüzde müze olarak kullanılıyor.Müzeyi gezdikten sonra bir sonraki ilimiz olan Tranzon'a gitmek için yola çıkıyoruz.Sahil yolu o kadar dar ve işlek ki araçlar sürekli şehir içerisine giriyor bu yüzden çok araç değiştirmek zorunda kalıyoruz.Hatta bir süre sonra tek tek ayrıldık yine değişen bir şey olmadı.Zorlana zorlana akşama anca Trabzon'a geçtik.Couhsurfıng den bulduğumuz ev sahibimizin bize attığı konumu takip ederek bu gece kalacağımız eve doğru ilerlemeye başladık.Yokuş olmayan hiçbir yer yok tek düzlük sahilde.Binayı bulduktan sonra içeri geçiyoruz.Tanışma faslından sonra herkes kendi yol hikayelerini anlatmaya başlıyor.Ev sahibimizin de bir kaç ay sonra İrlanda ya gideceğini öğreniyor ve onu dinlemeye başlıyoruz.Karadeniz de ki otostop zorluğundan bahsediyoruz ona.Oda gülerek ''halk bu kültürü bilmiyor ve tedirgin'' diyerek bize cevap veriyor.Saatler ilerledikçe duş alıyor sonra telefon alarmlarını 06:00 kurarak yatıyoruz.Çünkü ne kadar erken kalkarsan günü daha çok değerlendirebiliyorsun.İnsan yoldayken duşun da ne kadar değerli bir nimet olduğunu anlıyor.Sabah günün ilk ışıklarında kalkıyoruz.Büyük çantaları akşam üzeri almak şartı ile eve bırakıyor ve Sümela Manastırına gitmek için yola çıkıyoruz.Bizim için en uygun yola geldiğimizde başlıyoruz otostop çekmeye.Öyle uygun dediğime falan bakmayın yine almıyorlar.Adamlar yüzümüze bile bakmıyor o derece alışmamış halk.Ev sahibimizin dediklerine bir kez daha hak veriyor ve sürekli ilerleyerek,oturarak,dinlenerek,koşarak,zıplayarak herhalde denemediğimiz tarz yoktur.Bazen işe yarıyor duruyorlar.Ama pes etmiyoruz zaten insanı cezbeden noktada burası o belirlediğin hedef için yolda çekilen tatlı çilelere rağmen tamamlama azmi motive etmeye yetiyor.Tabi bazen öyle şartlar içerisine giriyorsun ki yolda başaramıyorsun, o zamanda çok zorlamadan vazgeçmeyi de öğretiyor insana.Öğle saatlerine doğru Sümela Manastırı'na ulaşıyoruz.Müze kart geçerli olan manastır içerisine girdiğimizde öyle hemen ulaşamıyorsun Altındere Vadisi içerisinde çift şeritli stabilize bir yol yapılmış.Yukarı kısma sivil araç girişi yasak sadece kendi düzenledikleri ücretli servisler ile çıkartıyorlar.Dilerseniz yürüyerek de çıkabilirsiniz.Bizde etrafı keşif etmek için bir saatlik bir yürüyüşün ardından manastırın giriş kapısına ulaşıyoruz.Yol üzerinde bir kaç tane küçük şelale de mevcut.Manastır kapısına geldiğinizde uzun bir merdiven var yürüdükçe yolda dinlenen ve bitkin insanları görüyoruz.Merdivenler bittiğinde Sümela Manastır'ı tüm ihtişamı ile sizi karşılıyor.İnsan hayret ediyor sarp kayalıklar üzerine yapılmış bu sanat eserini görünce.Acaba nasıl yaptılar diye taşlar üzerine oturup başlıyorum yapıyı hayal kurarak incelemeye.Muhafız odalarının bulunduğu yerde manastırın içerisine giriş yapılan bir merdivenli bölüm daha var.Merdivenlerden çıkarak içeri girdiğimde hayal kırıklığına uğruyorum.Beş yıldır süren tadilat hala devam ediyormuş.Küçük bir balkon tarzı yerden içeriyi gezemeden kuş bakışı manastıra bakıyorsun.Biraz buruk hisler ile tekrar iniyorum aşağıya.Yüzüstü görmemizle bile bizi büyüleyen manastırın içerisi kim bilir ne güzellikler barındırıyordu.Aşağı inerken ilk girişteki kilisenin orada patika bir yol var orayı takip ederseniz orman içerisinden daha kestirme bir şekilde vadi sonuna iniyorsunuz.Trabzon merkeze dönmek için tekrar yola çıkıyoruz.

Sümela Manastırı
  Merkeze geldiğimizde ev sahibini arayarak eve geçiyoruz.Eşyalarımızı alıyor güzel dileklerin ardından bir sonraki hedefimiz olan Uzungöl'e ulaşmak için  ayrılıyoruz.Bulutların yavaş yavaş toplandığını görüyorum hava belli ki kapanacak.Bir süre sonra yağmur damlaları düşüyor.Merkezden biraz uzaklaşmak ve daha sakin bir yol aramak için ilerliyoruz ama tüm yollar aynı çok işlek ve dar araçların duracağı yer bile yok.Yağmur ilerledikçe daha da artıyor.Yağmurluklarımızı çantadan ayırmadığımız için sevinirken bir araba duruyor.Gürcistan'a gittiğini öğrendiğimiz abimiz ile yollarımız Ofa kadar devam ediyor.Yol ayrımında indiğimizde yine akşam üzeri olmuştu.Uzungöl de yiyecek içecek fiyatları tuzlu olabilir düşüncesi ile Of merkezden konserveler ve makarna alıyoruz.Yağmur hızlandığı için bina altlarına girerek yavaşlamasını bekliyoruz.Yavaşladıktan sonra ilerde bir marangoz atölyesi görüyor ve sırayla otostop çekiyoruz.Akşam dokuza kadar bekledik kimse durmayınca bu geceyi bir yerde geçirelim yarın devam ederiz düşüncesi ile gitmekten vazgeçtik.Dışarı çadır kuramadık çünkü sürekli sağanak yağış var ve hiç kesilmiyor.Karadenizin o hırçın coğrafyasını da görmüş olduk.Etraftaki camileri gözümüze kestirmeye başladık bir kaçını denedik kilitliydi.Bu uğraş bizi acıktırmıştı bir dükkanın önüne matları sererek yağmuru izleyerek çantadaki konserveleri çıkartıp yemeye başladık.Yağmur rüzgar ile birleşip daha da artınca yanımızda bir inşaat vardı oraya doğru yöneldik.Burasıda henüz tamamlanmamış bir camii inşaatı idi.Fakat her tarafı açık olduğu için kalınacak gibi değildi.İnşaatın alt kısmında bir bölüm yapılmış oraya indik ve içeriye girdik.girdiğimiz yer morgdu.Ölü yıkama alanı, kazanlar,taslar,havlular ve tabutların arasında kafa lambalarımız ile çadır kurmaya başladık.Tedirgin oluyoruz fakat dışarıda yağıştan dolayı kalmanın imkanı yok.Mecburiyetten morgda kalmak zorunda kalıyoruz.Ama içerisi çok sıcaktı o gece tulumsuz direk mat üzerinde uyuduk. Sabah kalktığımızda tabutları incelerken kanların olduğunu fark ederek bir birimize bakıp ''deliyiz la biz'' diyerek çadırı toplayıp dışarı çıkıyoruz.Şimdiye kadar konakladığım en ilginç yerler arasında morgda yerini alıyor.Sabah nihayet yağmur durmuş ve fırsat bu fırsat diyerek Uzungöl'e bir an önce gitmek için acele ediyoruz.Yola tekrar geldiğimizde başlıyoruz yeniden otostopa fakat yolda Türk'ten çok Araplar var vip araçlar ile sürekli geçiyorlar.Fakat birisi de şaşırtıp alsın ne var sanki.Bizi alan insanlar bu bölgede boz ayı riski var dikkat edin diye sürekli uyarmalara başlıyorlar.Giresun da terör.Trabzon da ayı.Dur bakalım diğer illerde neler bekliyor bizi.Uzungöl'e artık 5 km kala köyün yollarından birinden beyaz bir toros geliyor yanımızda duruyor camı açarak ;

Amca: ''Nereye gideysunuz''
Ben : ''Uzungöle''
Amca : ''Uzungöl neredur''
           ( gülüyoruz)
Ben : ''Bu yolun sonudur''
Amca : ''Hele gel uşağum gider heral da''

  Diyerek bizi araca alıyor fakat hiç konuşmuyor Uzungöl'e geldiğimizde aniden el firenini çekiyor ve arabayı durduruyor işaret parmağını göstererek ''Ha bura göl,ha şurada Uzungöl'' diyerek bizi indiriyor.Araçtan indikten sonra gülmeye başlıyoruz Karadeniz insanı hem komik,hem sert bir o kadar da eğlenceliler.Göl etrafında çadır kuracak bir yer ararken Kapitalizmin etkisini hissetmeye başlıyorsun.Doğası harika ama arap halklarına rant uğruna yapılan oteller ve kafeler artık aşırıya kaçmış.Yağmur bizi burada da yakalıyor.Hemen çadır kurma çabalarına girişiyoruz ama doğada bulamaz mı bir insan kamp yeri ya bulamadık maalesef arazi desen direk yokuş çadır kurulmaz.Özel işletmeler desen resmen turist muamelesi yapıyor ve fiyatlar tuzlu.Ne o parayı veririm nede açıkta kalırım.Göl kenarında ki beyaz caminin oradan yokuşta yapılan kafelere doğru çıkıyoruz.Bence Uzungöl'ün en güzel manzarası bu bölge.Tavsiyem tepede bulunan en yüksekteki kafeye kadar araç yolundan çıkın sizi pişman etmeyecek fotoğraflar çıkartabilirsiniz.Bu bölgede bulunan pansiyon sahibi ile konuşarak izin alıyoruz ve bahçelerinde ki kamelyaların birine çadırımızı kuruyoruz.Dışarıda yağmur o kadar şiddetli ki çadırın kullanım kılavuzunda da max.2 saatlik kesintisiz yağışa dayanacağı yazdığı için kendimizi riske atmıyoruz..Bu yüzden ekipmanların durumunu bilmek önemli.Bir gün boyunca sağanak yağmur yağar mı be.İşte Uzungöl de yağdı sadece çadırın fermuarından göle bakarak sohbet edebildik.Tavuk gibi oturmaktan sıkıldıktan sonra akşam üzeri yağmurlukları yeniden giydik ve doğa yürüyüşü yapmak için çadırdan çıktık.Yağmurda gezmekte aslında çok eğlenceli.Yukarıda ormana yakın bölümde büyük bir salıncak kurmuşlar.Gölün akşam görüntüsü de enfes sohbet ederken aklımıza bu soru geldi ''Acaba arapları Karadenize bu şekilde bağlayan şey ne idi ? '' İklimidir herhalde diyerek elimdeki termosu yandaki kafeden sıcak su ile doldurup aşağı inmeye başladık.Uzungöl sadece göl çevresinden ibaret değil orman rotalarını da mutlaka denemek gerekiyor.Çadıra geldiğimizde sıcak su ile makarna yapıyoruz.Gözler ufak ufak kapanmaya başlayınca uyku moduna geçiyoruz.Gece ara ara gök gürültüsü ve şimşekler uyandırsa da kamelyanın bizi ıslatmadığını bilmek mutlu ediyor.Sabah kalkıyor ve göl ortasında ki yamaca yapılmış olan terasın tepesinden gölün nasıl gözüktüğünü merak ederek oraya doğru yol alıyorum.Z şeklinde uzun bir merdiven yapılmış ve yukarıya yaklaşık beş dakika içerinde çıkıyorsunuz.Terasın tepeden bakıldığında gölün tam ortasından bir açı görüyorsunuz.Bana göre caminin yukarısı daha etkileyici.Biraz etrafı seyir ettikten sonra iniyor ve kamp kurduğumuz yere geliyorum.O sıra arkadaşım uyanıyor ve malzemelerimizi toplayarak dönüş yoluna geçiyoruz.

Uzungöl
   Biz dönerken hava açıyor.Şansa bak.Rotamızda ki diğer yer Rize Pokut Yaylası'na gitmek için tekrar sahil yoluna iniyoruz.Zaten bizi uğraştıran tek yol olması sürekli noktalara ulaşmaya çalışıyor ve tekrar başa dönüyoruz.Ardeşen'e kadar geldikten sonra yayla yoluna giriyoruz araç beklerken bir çift alıyor bizi sohbetler yapılırken plansız gezdiklerini beraber gitmek istediklerini söylüyorlar.Bir saat süren yolculuktan sonra Şenyuva-Pokut yaylası yoluna geliyoruz.Yol ama nasıl yol.Kaya parçaları olan,yağışlarla birlikte akan su yola derin yarıklar oluşturmuş.Normal araçların girmesi imkansız ancak arazi tipi araçların ulaşım sağlayacağı yer.Beraber geldiğimiz kişiler yolu gördüğünde yaylaya çıkmaktan vazgeçiyor ve geri döneceğini  söylüyorlar.Onlardan ayrılarak belki araba gelir ümidi ile beklemeye başlıyoruz.Yürüsen dört saat sürüyor.Araç ile çıksan normalde bir saat ama kavisli olduğu için bu sürede uzuyor.Keşke gelse çıkan yok sürekli inen var.Burada boşa zaman kaybı yaşayacağımıza hava kararmadan bari Ayder Yaylasına gidelim de orada kalalım diyerek geri dönmeye karar veriyoruz.Araç durdurmaya çalışıyorken bir karavan duruyor ve biniyoruz.Karavancılık çok ayrı bir tutku ve yaşam tarzı çoğu kişinin aslında hayalinin bir köşesinde yer almış.Bizi alan kişi ile sohbet ederken ünlü oyuncu  Leyla Bilginel olduğunu öğreniyoruz.Hayatına neler sığdırmamış ki spikerlik,tiyatrolar,filmler ve daha niceleri... Biraz Leyla Bilginel'in yaşam tarzını anlatmak istiyorum.Yıllarca tv ve set hayatı bir yere kadar diyerek çantasını alarak yola çıkıyor ve Asya ülkelerini otostop ile karış karış keşif etmeye başlıyor.Evlilik gibi bir kavrama ve herhangi bir erkeğe ihtiyacı olmadığını benimsiyor ve 2007 yılında ABD'de New York'ta bir sperm bankasından aldığı spermle hamile kalarak, bu şekilde bebek dünyaya getiren ilk Türk kadını oluyor.Oğlunun adı Kayra.Annesine çok beziyor ve şimdiden dört dil öğrenmiş.Türkiye de ki eğitim sistemi hoşuna gitmiyor bu yüzden ''Kaptan Amerika'' filmi gibi çocuğunu kendi yetiştirmeye başlıyor.Türkiye de ki eleştirilere de dayanamıyor ve Kayra ile birlikte Phuket'e yerleşiyorlar.Yıllar sonra bir sivrisinek ısırması sonucu  ortaya çıkan Dang virüsü (Dang Humması) nedeniyle yaşam savaşı vermeye başlıyor.O dönemler hayatının nasıl alt üst olduğundan bahsediyor.Ama pes etmiyor ölümcül olan bu hastalığı yenen çok az kişi arasına giriyor.Hastalığı atlatınca yıllarca yurt dışında gezdim birazda kendi ülkemi gezeyim diyerek karavan alıyor.Hem yurt dışı hemde Türkiye gezilerini sentezlemiş ortak ilerletiyor.Çamlıhemşin'e kadar on beş dakika süren sohbet ardından Ayder yol ayrımına geldiğimiz için karavandan inerek iki dünya vatandaşı ile vedalaşıyoruz.Kim bilir daha ne hikayeleri vardır...

Leyla Bilginel ve Oğlu Kayra
  Rize'de yükseklerden denize hızla dökülen akarsular derin vadiler açar. Akarsu vadilerini geçip konutlara, yaylalara ve tarım alanlarına ulaşım için çok sayıda köprü inşa edilmiş.Böylelikle kent genelindeki taş kemer köprü mimarisi oldukça gelişmiş durumda.Bir çok köprü asırlık ve mimarisi çok güzel.Özel işletmeler bu nimeti fırsata çevirmiş.Çoğu akarsu üzerinde zipline tesisi kurmuşlar, yüksek bir noktadan, alçak bir noktaya bağlanmış çelik halat vasıtası ile emniyet kemeri giyerek kendi ağırlığınızla ve yer çekimi yardımıyla kaymak kısa süreli özgürlük hissi veriyor.Akşam olmadan Ayder yaylasına ulaşıyoruz.Uzungöl'e göre burası biraz daha sakin ve arap yoğunluğu az.Arazide en güzel konumu aramaya başlıyoruz.Gelin Tülü Şelalesi karşısında ki tepeye geçiyor ve çadırımızı kuruyoruz.Makarnalar ve sıcak sular çıkıyor.Yemek faslından sonra yarın ki planı konuşuyor ve tulumlara giriyoruz.Gözlerini kapattığın zaman yanı başımızda ki şelalenin sesi bir süre sonra sanki şarkı gibi gelmeye başlıyor.Hangi ara sabah oldu hatırlamıyorum bile.Kaçkar Dağları Milli Parkı içerisinde yer alan bu olağanüstü güzellikteki şelalenin seyrine doyum olmuyor. Berrak bir havada yukarıdaki yeşil yamaçları aşarak ince beyaz bir duvak gibi süzülen Gelin Tülü Şelalesi, son kademesinde 15 metre yükseklikten kendini boşluğa bırakıyor. Masmavi bir gökyüzü, yemyeşil orman dokusu ve bembeyaz şelalenin oluşturduğu renk cümbüşü kendisine hayran bırakıyor.

Ayder Yaylası
   Bir gecede burada kamp yaptıktan sonra Artvin Borçka Karagöl'e ulaşmak için harekete geçiyoruz.Dört saat sonra Borçka ya geliyoruz.Çoruh Nehri üzerine yapılmış sallanan köprü bizi karşılıyor.Başta tereddüt etme hissi oluşsa da o tahta gıcırtıları arasından karşı tarafa geçerken yüzde bir tebessüm oluşuyor.Daha kısa halini Avanos'ta Kızılırmak üzerine yapmışlar.Artvin de yol kenarlarında arı kovanlarını görüyoruz.Fakat çevresinde elektrik telleri ile çevrilmiş alanların içerisinde muhafaza edilmişler.Yöre halkına neden böyle yapıldığını sorduğumuzda başlıyorlar ayılar ile olan hikayelerini anlatmaya.Ayılarla iyi veya kötü çoğu kişinin anısı var.Kovanlara gelen ayılar tel çitlerden geçmeye çalıştığı zaman öldürmeyen fakat şok etkisi bırakan akıma çarpılıyorlarmış.Artvin'e bağlı bir ilçe olan Borçka hiç abartısız Türkiye'de ki en güzel göllerden biri olan Karagöl'e ev sahipliği yapıyor. Borçka’ya 25 km uzaklıkta bulunan Karagöl 19. yy. başlarında yaşanan toprak kayması sonucu oluşuyor.Günümüzde Klaskur Yaylası (Aralık Yaylası) yakınlarında yer alan Karagöl'e ulaşımın son 6 km kalan kısmı tek şeritli arnavut kaldırımlarından giderek sağlanıyor.Yollar o kadar dar ki araçlar sürekli birbirine yer vermek zorunda kalıyor.Bazen keçiler çıkıyor yola araç onların ritmine uyarak gitmeye başlıyor.Göle geldiğiniz de ise adeta doğal bir botanik bahçesi sizi karşılıyor.Göl etrafındaki yürüyüş parkurunu mutlaka tamamlamak gerek.Asırlık ağaçların kökleri toprak yüzeyine çıkmış kökler üzerinde yürümek sizi bu mistik coğrafyada büyülemeye yetiyor.Gölün işletmesi Camili Köyü'ne verilmiş ve çoğu kişi birbirini tanıyor.Su içerisinde balıklar var ve tutması yasak olduğundan çok güzel çoğalmışlar.Çok çeşitli fauna ve habitat detayları var Karagöl için bir gün değil daha detaylı keşif için günler ayırmak gerekir.Bölge Gürcistan'a yakın olduğu için halkın çoğu Gürcüce biliyor.Karadeniz Bölgesi'nin en dağlık, en fazla yağış alan, bulutlanmanın çok olduğu, nem  oranının en fazla olduğu bu şehirlerin ortak sorunu göç olmuş.İş olanağının sınırlı ve coğrafyanın zorlu olması sebebi ile bir çok insan yeşile veda ederek şehrin o kasvetli dünyasına geçiş yapmak zorunda kalmış.

Faaliyetin videosuna aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz :

https://www.youtube.com/watch?v=24nXceENk9s

Borçka Karagöl

0 yorum:

Yorum Gönder